8 Ağustos 2018 Çarşamba

Süper Lig Başlıyor

Evet, beklenen an geldi.

Süper lig Cuma günü son şampiyon Galatasaray'ın Ankara deplasmanı ile başlıyor. Ankaragücü, uzun süre sonra en üst ligde ve bu bizi oldukça heyecanlandırıyor.

İsmail Kartal çok iyi takım kurmuş kanımca. Fatih Terim ise bilindiği üzere biraz dertli. Sonuç ne olur bilemem ama Ankaragücü kolay kolay teslim olmaz hatta ve hatta maçı kazanıp bir sürpriz yapabilir.

Bekleyip, göreceğiz...

31 Mayıs 2016 Salı

Adebayor Hayat Hikayesi

“Evet, inanılmaz bir hikâye ama gerçek” diye anlatıyor Adebayor kendi hikâyesini. Bundan 31 yıl önce Togo’nun başkenti Lome’de dünyaya gelen Adebayor, şu an dünya çapında tanınan bir futbolcu olmasına rağmen 4 yaşına kadar yürüyemiyordu. Çocuğunun iyileşmesi için her yolu deneyen cefakar anne, oğlunun tedavisi için Afrika’nın dört bir yanını gezse de bir türlü çözüm bulamadı. Son olarak çareyi dua etmekte bulan aile her gün kiliseye gitmeye başladı. Kiliseye gittikleri bir günü şöyle anlatıyor Adebayor, “Annem beni Afrika’da çeşitli yerlere götürdü ama sonuç alamadık, yürüyemiyordum. Kiliseye gittiğimiz bir pazar günü dışarıda top oynayan çocukların seslerini duydum. Ardından birden topun içeriye girdiğini gördüm ve hayattaki ilk adımlarımı o zaman attım.”
Emmanuel Adebayor’un annesi Alice, oğlunun futbolcu olacağını ilk o gün anlamıştı. O günden sonra da işler farklı şekilde ilerlemedi ve Adebayor futbol dünyasının önemli isimleri arasındaki yerini aldı.
Fakat Adebayor’un hikâyesinin acıklı kısmı burada sona ermedi…
Facebook hesabı üzerinden açıklamalar yapan Adebayor, ailesi ile yaşadığı sorunları gün yüzüne çıkarırken aslında Afrikalı futbolcuların da sesi oldu. Hikâyenin bir bölümünü Adebayor’un ağzından dinleyelim;
“Futboldan kazandığım ilk parayla aileme güvenli bir ev aldım, ödüller kazandığımda her zaman annemi aradım ve ona teşekkür ettim. İş kurması için ona yüklü bir para yolladım ve reklam için adımı kullanmasına izin verdim. Kızım olduğunda annemi aradım ama o telefonu yüzüme kapattı. Bir çocuk annesi için daha fazla ne yapabilir ki?”
Yılda milyon dolarlar kazanan, şan ve şöhrete sahip olan Adebayor’un hayat hikâyesindeki kapıyı ilk olarak böyle aralıyoruz. Annesinden yediği darbeyi kardeşleri de perçinliyor. Kardeşleri ile olan anılarını da Adebayor’dan dinleyelim;
“Gana’daki ablama 1 milyon 200 bin Dolar değerinde bir ev aldım ve kendisini oraya yerleştirdim. Birkaç ay sonra yanına ziyarete gittiğimde evi başkalarına kiraladığını gördüm. Bana bunu açıklamasını istediğimde ise küfürler etti. 2002 Dünya Kupası’nda Foe’nin formasını almıştım, Togo’da onu güvenli bir yere sakladım ama kardeşim Rotimi onu bulup sattı. Monaco’da oynarken Şampiyonlar Ligi’nde Real Madrid ile karşılaştık. Maçtan sonra Zidane’ın formasını aldım. Zidane’ın formasına sahip olduğum için çok mutluydum ama kardeşim bu formayı da sattı. Metz’deyken ayda 15.000 Euro kazanıyordum, 3 aylık maaşımı biriktirerek anneme bugüne kadar yaptıklarına teşekkür etmek adına bir hediye aldım. Rotimi ve iki arkadaşı bu hediyeyi çalarak 800 Euro’ya sattılar. Bu durum karşısında annem onların genç olduklarını ve kızmamam gerektiğini söyledi. Evde eşyalarımı sakladığım bir odam vardı ve Rotimi her seferinde o odanın kilidini açarak eşyalarımı alırdı. Tüm yaptıklarına rağmen Rotimi’yi Fransa’da futbol akademisine yazdırdım ama o 27 kişilik takımdaki 21 kişinin cep telefonunu çaldı. Eski Kamerunlu futbolcu Jacques Sango’o ile yakın arkadaştım ama Rotimi onun oğlunun Play Station’ını da çaldı. Açıklama istediğimde bana “çantamda unutmuşum” dedi. Monaco’da oynarken herkesten ayakkabı aldım, ülkede ihtiyacı olanlara dağıtmak istiyordum fakat Rotimi ayakkabıları çaldı ve ülkenin meşhur spor mağazasına sattı.”
“Adebayor’un Aşırı Acıklı Hikâyesi” başlığını attığımızda bu kadar da acıklı olacağını tahmin etmiyordunuz muhtemelen. Annesinin ve kardeşlerinin Adebayor’dan sürekli para istemeleri, hatta ve hatta Adebayor’a bıçak çekerek tehdit etmeleri, Togolu oyuncunun intiharı düşünmesi, Togo Milli Takımı’yla Angola’ya seyahat ederken silahlı saldırıya uğraması Adebayor’un acıklı hikâyesinin yan öğeleri olarak yerini alıyor.

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Mancini Oğuzhan Özyakup'u ısrarla istiyor

Uzun süredir İngiliz ve İtalyan takımlarının radarında bulunan 23 yaşındaki futbolcu için ilk teklif, Çizme temsilcisi İnter’den geldi. Serie A’da sezonu şampiyon Juventus’un 24 puan gerisinde 4’üncü sırada kapatarak büyük hayal kırıklığı yaratan mavi-siyahlılar’ın, kadrodaki yeni yapılanma doğrultusunda ilk hedefi Ozzie olarak belirlediği ve 13 milyon Euro’luk (43 milyon TL) öneride bulunduğu bildirildi.

2013-14 sezonunda Galatasaray’ı çalıştıran Roberto Mancini’nin, o dönemde yakından takip ettiği ve beğendiği Oğuzhan’ı yeni takımı İnter’e götürme konusunda kararlı olduğu konuşuluyor. İtalyan teknik adamın, kulüp başkanı Eric Thorir’le yeni sezon öncesinde yaptığı transfer görüşmesinde bu konuya değindiği ve gelişim göstermeye açık bir durumda bulunan Oğuzhan’ın İnter’e kazandırılmasını istediği belirtildi.

Alan Pulido Kurtarıldı

Tamaulipas eyaletinin Ciudad Victoria kentinde kaçırılan 25 yaşındaki forvet oyuncusunun kurtarıldığı açıklandı.

Kız arkadaşı Ileana Salas ile eğlenceye giden Pulido, önünü kesen maskeli bir grup tarafından kaçırılmıştı.




Elleri bağlanan ve vücudunda ufak ezikler olduğu görülen Pulido'nun, muayene için hastaneye götürüldüğü belirtildi.

Altyapı problemi ve çözümü (Galatasaray için)

Geçtiğimiz hafta Ziraat Kupası’nı Galatasaray alarak, Uefa biletini kaptı ve büyük bir avantaj sağladı. Maçla ilgili yorum yapmama gerek yok. İlk yarı Galatasaray, ikinci yarı Fenerbahçe iyiydi. Bu sefer bambaşka bir konuya değineceğim. Son zamanlarda git gide uzaklaşan bir konu var: Altyapı.
Eskiden Altyapı’dan bir sürü oyuncu çıkardı ama son dönemlerde pek isim duyamıyoruz.
Duysak da heyecanımız çabuk geçiyor. Mancini zamanında oynatılan Emre Can Coşkun ve İbrahim Coşkun kardeşler vardı. İbrahim gol attığı için daha ön plana geçmişti ama ikisi de gayet güzel bir iş çıkarmışlardı. İbrahim şu anda A2 takımında devam ediyor, Emre ise son olarak Giresunspor’a kiralandı. Peki, bu çocukları o kadar oynatıp heyecanlandırdılar da ne oldu? İsimlerini bir sürü kişi unuttu bile. Bence ikisi de gayet başarılı çocuklardı. İleride belki takıma alınırlar ama belkilerle yürümüyor maalesef bu işler.
Bu düzenin böyle olmasını bir kaç şeye bağladık.
Birincisi: Yabancı sınırının ortadan kalkmasıyla birlikte çoğu takım gözünü yabancı oyunculara dikmiş durumda. Bu da doğal olarak yerli oyuncuların yetişmesinde büyük bir sıkıntı.
İkincisi: Bir çok genç oyuncudan gördüğümüz ve duyduğumuz kadarıyla istedikleri mevkiilerde oynatılmıyorlar. Ülkemizde sol bek kıtlığı yaşandığı için forvet oynayan adamı sol bek yapmaya çalışıyorlar. Sonuç doğal olarak hüsran oluyor. Bu davranışlardan dolayı beklenilen performansı göremeyen yönetim o çocukların da hayallerini yıkmış oluyor. Netice olarak çoğu oyuncu futbolu bırakıp alakasız işlere girmeye başlıyor.
Üçüncü seçenek olarak da mevkiilerinde yıllanmış oyuncular var. İsim yapmış ve koltuğu parsellemiş oyunculardan gençlere fırsat tanınmıyor bazı takımlarda. Adam jübilesine kadar garantilemiş oluyor yerini. Tabi sağlığı ve performansı da iyi olduğu müddetçe.
Tüm bu nedenlerden dolayı Altyapı’dan adam çıkartamıyoruz, ya da çıkanları kaptırıyoruz.
Bir dönemler Altyapı gibi bir sürü oyuncu çıkartan takımlar da vardı. Çanakkale Dardanel gibi takımlardan ne oyuncular çıktı zamanında.
İşte tam bu noktada geçen gördüğüm bir belgesele değineceğim.
Almanya’da bir yatılı okul. Futbol yatılı okulu. Yıllık 30.000 Euro.
Bu okulda çocuğunuzun futbolcu olması için tüm eğitimleri veriyorlar. Sabah 6’da uyanıp normal okul eğitimlerini alıp, ardından futbol eğitimine geçiyorlar. Okulun sahibinin dediğine göre, günümüzde artık büyük kulüpler eğitimli futbolculara önem veriyorlar. Zaten okulun kuralları sosyal hayat konusunda da oldukça sert. Odaları temiz, yataklar toplu, her şey yerli yerinde olacak. Herkes devamlı kontrol ediliyor. Dışarı çıkmak, parti vermek yasak.
Öğrenciler tamamen futbola ve eğitime odaklanmış durumda. Aralarda bile maç izliyorlar.
Çoğunun hayali bir Bundesliga takımına girmek, genelde bu Bayern oluyor haliyle. Bir taraftan da Milli takıma girmek için çabalıyorlar ama bir çocuk vardı ki, teklif gelse Türkiye’yi seçerdim dedi. Evet, çocuğun adı Emre. O da bu okulda eğitim görüyor ve oldukça yetenekli.
Böyle devam ederse ileride onu iyi takımlarda görmek mümkün ama Milli Takım seçimi için bizim yetkililere duyrulur.
Fatih Hoca bu işleri iyi bilir. Karadağ maçında oynattığı genç yetenek Emre Mor göz doldurdu.
Aslında diyeceğim o ki, Almanya’daki gibi bir futbol okulu açılsa. Çocuklar aynı şekilde hem okul eğitimini, hem de futbol eğitimini görse de Altyapı güçlense.
Hatırltalım. Galatasaray, Uefa Kupası’nı ağırlıklı olarak Türk oyuncularla aldı. Yani illa yabancı demek başarı demek değil! Bırakalım artık şu yabancı hayranlığını da Altyapı’lardan güçlü ve başarılı oyuncular çıkartalım!

Melis Büyükplevne'nin yazısı...

Fenerbahçe için reçete

Sanırım Fenerbahçeliler olarak bu tablo bize hiç yabancı değil. Son yıllarda Denizlispor ile başlayan, Bursaspor ve Galatasaray maçları ile devam eden son maçta yaşanan şampiyonluk kaybetme alışkanlığımız iki yıldır son haftalarda kaybetme alışkanlığına dönüştü. Sanırım son maç kaybetmekten daha iyi…
Sezon başında yapılan harika transferlerin ardından herkes açık ara şampiyon oluruz, gelen geçene 5 atarız diye düşünürken şu düşülen duruma bakın. Hepimizin atladığı bir şey vardı. Pereira ve Aziz Yıldırım. Macera arayan, korkak bir takım sahaya süren hoca ile her şeye karışan bir Başkan. Bu ikisi yüzünden kaçtı şampiyonluk. Şampiyonluk kaçabilir, rakipler de senin gibi harika kadro kurar ve yarışı kaybedersin. Bu normal bir durumdur. Fakat küçük dokunuşlar belirler şampiyonluğu.
Van Persie gibi bir dünya yıldızı var bu takımda ve ona servis yapacak oyuncu transfer edilmedi. Diego geldiği günden beri Mevlevi gibi dönüyor. Ona güvenenlere şaşırıyorum hala. Volkan Şen ve Alper’in inanılmaz çabaları yeterli olmadı. Fernandao inanılmaz goller kaçırdı. Volkan Demirel yememesi gereken goller yedi. Maçlara 2 hatta 3 ön libero ile çıkıldı. Neymiş pozisyon vermiyormuşuz. Bu konuda sadece Kjaer’in hakkını teslim edelim. Eğer o olmasaydı bu takımın defansı rezil durumda olurdu.
Fenerbahçe için benim kişisel reçetem;
Aziz Yıldırım artık sportif anlamda başarısızlığını kabul edip Fenerbahçe’nin menfaati için kenara çekilmeli.
Bu kulübün sorumluluklarını ve ağırlığını bilen iyi bir Teknik Direktör ile anlaşılmalı.
Mevcut iskelet kadro korunarak nokta transferler yapılmalı. Kjaer’in yanına stoper, Caner gidecekse yerine bir sol bek, iyi bir 10 numara ve forvet alınmalı. Feghouli ile büyük ölçüde anlaşıldı. Kanat atakları için harika bir oyuncu olur. Bu transfer resmi olarak açıklanırsa Nani satılacak demektir. Van Persie satılırsa ona da şaşırmayın. O zaman iki forvet alınır.
Ayrıca ligin en iyileri olarak tanımlanan oyuncuların sözleşmelerinin bitmesini beklemeden bir sezon önce ya sözleşme imzalanmalı ya da satılmalı. Örnek; Mehmet Topal, Caner Erkin ve Gökhan Gönül
Fenerbahçe taraftarları arasında yaşanan ayrılıklar son bulmalı ve eski günlerdeki gibi tribünler kenetlenmeli.
İşte bu maddeler gerçekleşirse Fenerbahçe için güzel günler uzak değil. Herkesin beklediği başarılar için bu adımların atılması kaçınılmazdır. Aziz Yıldırım durduğu sürece zihniyet değişmeyecek ve şampiyonluklar kaçmaya devam edecektir. Aziz Yıldırım mahkeme kararını bekliyor. Fenerbahçe’ye katkıları küçümsenemez ama onun başkanlık döneminde yaptığı hatalar artık kulübe zarar veriyor. Fenerbahçe sevgisini de tartışmam ama artık bu kulübü ne kadar sevdiğini gösterip bırakmalıdır.

Muhammed Işık'ın yazısı...

Burak mı Cenk mi?

Burak mı Cenk mi sorularına; ben hiç düşünmeden Cenk derim.
Evet, Burak attığı goller ile kendini kanıtlamış bir golcümüz ama Cenk’in ondan aşağı kalır bir golcülüğü yok.
Aksine artıları var.
Bir kere Cenk hırsını kontrol edebiliyor ve o hırsını oyununa olumlu anlamda yansıtabiliyor.
Burak ise ya küsüyor ya agresifleşiyor, kalanı kalırsa oyuna yansıtıyor.
Cenk Burak’tan çok daha verimli bir şekilde topa sahip olmak isteği ile kovalıyor, bunun karşılığında daha çok top çalıyor ve geriden oyun akarken daha olumlu paslar vererek takımın ve oyunun hızını kesmiyor.
Ki zaten pres konusunda Burak’tan yine bana göre fersah fersah üstün olduğunu da düşünüyorum.
O nedenle Cenk’in milli takımda ilk on bir de sahaya çıkması daha anlamlı ve doğru olacaktır.
Çünkü Beşiktaş’ta olduğu gibi yedek kalırsa; sahada onu yedek kalmaktan dolayı rahatsız etmeyen Mario Gomez olmayacak, Burak olacak.
Bu da Cenk’in motivasyonunu olumsuz etkileyecektir.
Yani sonradan oyuna girdiğinde Beşiktaş’taki verimi beklemek işte o zaman pek mantıklı olmaz sanki…


Mustafa Sadık İncedemir'in yazısı...